script src='http://ajax.googleapis.com/ajax/libs/jquery/1.2.6/jquery.js' type='text/javascript'/>

Son Dönem ilahiyat Profesörleri (Cok Önemli) -1





GÜNÜMÜZDEKİ BAZI İLAHİYATÇI PROFÖSÖRLER VE İLAHİYATÇILARIN DAVRANIŞ BİÇİMLERİ VE DÜŞÜNCE YAPILARININ İNCELENMESİDİR (1)

بسم الله الرحمن الرحيم الحمد لله رب العالمين واصلاة و السلام على سيد المرسلين (Dikkat bu yazı rastgele hazırlanmış bir yazı değildir ciddi bir ilmi çalışma neticesinde ortaya çıkmıştır. Yazıyı mutlaka sonuna kadar okuyunuz, ilmi bilgiler verilecektir.

“Ey iman edenler, ALLAH yolunda adım attığınız vakit, iyice anlayın, dinleyin. Size İSLÂM selâmı veren kimseye -dünya hayatının geçici metaına göz dikerek- “Sen mümin değilsin!” demeyin.” (Nisa-94) (Bazı İlahiyatçıların(sanki kendi itikatları çok düzgünmüş gibi) kabir ziyareti yapan temiz Mü’minleri müşrik ilan etmeleri çok vahimdir)“Ümmetim hakkında en çok korktuğum kişi, konuşmasını iyi bilen münafıktır” Hadis-i Şerif (Kaynak : Ahmed İbn-i Hanbel, Müsned no:143, 1/289)

“Eğer onlar kendilerine zulmettikleri zaman Sana gelip günahlarına mağfiret dileselerdi, Peygamber de onların bağışlanması için dua ediverseydi, elbette ALLAH’ı tevbeleri kabul eden ve merhametli bulacaklardı.” Nisa-64 (Demek ki Efendimizin (صلى الله عليه وسلم) huzuruna gidip mağfiret dileyince (ilahiyatçıların söylediğinin hilafına) müşrik olunmuyormuş.) Burada bu ilahiyatçıların ve vehhabi zihniyetinin anlayamadıkları şey mağfiret dilenenin ALLAH’u Teâla olduğudur…

Hz. Ömer رضى الله عنه şöyle demiştir: “Bu ümmet için en çok, ilim bilen münafıklardan korkuyorum. Bunlar, ilimleri dillerinde olan, kalpleri cahil ve amelleri kötü kimselerdir.” (İhyâ)

İlahiyatçı Abdulaziz Bayındır, Sahabe ve Evliya Kabriniرضى الله عنهم ziyaret edeni müşrik ilan etmekte ise de “Fatih Sultan Mehmed” şiirinde bakınız ne buyurmaktadır ;“Fazl-i Hakku himmet-i cünd-i ricalluLLAH ile , Ehl-i küfri serteser kahr eylemektür niyyetüm, Enbiya vü Evliyaya istinadım var benum , Lütf-i Hakk’tandur heman ümid-i fethü nusretüm, Nefsü mâl n’ola kılsam cihanda ictihad, HamdulİLLAH var gazâya sad hazeran rağbetum, Ey
Muhammed mucizat-i Ahmed-i muhtar ile, Umarım galib ola â’dayı dine devletüm”(Herhalde Fatih Sultan Mehmet işi anlamadı da bu üç-beş tane ilahiyat profösörü anladı!!!) FATİH SULTAN MEHMET

Peygamberimizin Yüce Ahlaki - Şakacı


DİŞİ DEVENİN YAVRUSU

Bir arkadaşı kendisinden bir binek devesi ister. O (asm);
"Olur, seni bir dişi deve yavrusuna bindirelim."der. Arkadaşı şaşırarak, itiraz eder.
"İyi ama ey Allah'ın Elçisi, ben dişi deve yavrusunu ne yapayım.Bir işime yaramaz ki."
"Bütün develer bir dişi devenin yavrusu değil midir?"[1]

SANA BAHA BİÇİLMEZ

Zahir, çölde yaşayan Müslümanlardandır. Çölden Hz. Muhammed (asv)'in siparişlerini getirir ve Hz. Muhammed (asv) de onun şehirden yaptığı alışverişine yardımcı olur. Aralarındaki ilişkinin bu boyutuna dikkat çekerek:
"Zahir bizim çölümüzdür, biz de onun şehriyiz." der.
Fakat Zahir'in ciddi bir sorunu vardır. Doğuştan gelen bazı fizyonomik kusurları nedeniyle insanlar arasında görünmek istememekte, mecburen topluma karıştığı zamanlarda ise "Herkes bana bakıyor!" kompleksi ile ezilmekte, sıkıntı çekmektedir. Hz. Muhammed (asv) de Zahir'in bu sorununun farkındadır. Ve bir gün onu rahatlatmanın fırsatını da yakalar.
Zahir, Medine çarşısının en kalabalık olduğu bir saatte alışveriş yapmaktadır. Hz. Muhammed (asv) sessizce arkasından sokulur, elleriyle Zahir'in gözlerini yumarak bedenini kendisine çeker. Kendisine bu şakayı yapanın, kokusundan Hz. Muhammed (asv) olduğunu tanıyan Zahir ise, duyduğu mutluluktan adeta kendinden geçmiş olarak bütün vücuduyla Hz. Muhammed (asv)'e yaslanır. Peygamberlerinin o güne kadar hiç kimseye bu denli mesafesiz davranmadığını bilen Müslümanlar hayretten büyüyen gözlerle etrafına yığılırlar. Hz. Muhammed (asv) tebessümle seslenir:
"Bir kölem var. Satıyorum. Onu benden kim alır?"
Zahir bir yandan yaşadığı sürpriz iltifatın şokuyla, diğer yandan ise ömrü boyunca bütün bilincini doldurmuş olan o kompleksin etkisiyle, peygamberinin şakasına biraz acılık karışmış bir şakayla cevap verir.
"Yemin olsun ki ey Allah'ın Elçisi, beş para etmez bir köleyi satmaya çalışıyorsun."
İşte Hz. Muhammed (asv)'in beklediği fırsatta budur. "Herkes bana bakıyor" kompleksinin sahibine "herkes" in içinde öyle bir tedavi uygulayacaktır ki, o andan itibaren Zahir, hiç kimse karşısında en küçük bir sıkıntı hissetmeden, rahat ve başı dik olarak yaşayacaktır. Bu tam taşı gediğine koyma fırsatıdır. Hz. Muhammed (asv) o anda şakayı keser. Ciddileşir. Zahir'i göstererek ve kendilerini sarmış olan kalabalığa seslenerek:
"Hayır; andolsun ki Allah ve Allah'ın Elçisi katında senin değerine paha biçilmez!"der.
O gün Zahir'in, hayatının bayram günüdür.[2]

PARAM YOK Kİ

Erba´in-i İdrisiyye 5. İsm-i Şerif


Mevlîd-i Şerif




Mevlit ; Mevlid, doğum zamanı demektir. Mevlid gecesi, Rebiul-evvel ayının 11. ve 12. günleri arasındaki gecedir.
Peygamber efendimizin doğum günü, bütün Müslümanların bayramıdır

Malumunuz olduğu vechile Alemlere Rahmet Nur Muhammed Mustafa’nın (Sallellâhü Aleyhi ve Sellem) dünyaya teşrif buyurmuş oldukları Meclid Gecesi’dir. Bu gece hakkında İmam Kettani (Rahimehullah) şöyle buyuruyor:
“Mevlid gününün ve gecesinin şerefi ve kıymeti çoktur. Kendisine tabi olanlar için kurtuluş vesilesi olan Peygamber Efendimiz’in (Sallellâhü Aleyhi ve Sellem) doğumu için sevinmek cehennem azabının hafiflemesine sebep olur. Bu geceye hürmet etmek ve sevinmek bütün senenin bereketli olmasına sebep olur. Mevlid gününün fazileti Cuma günü gibidir. Cuma günü cehennem azabının durdurulduğu hadis-i şerif ile bildirilmiştir. Bu günde olduğu gibi, Mevlid gününde de kullara azap yapılmaz. Mevlid geceleri Müslümanlar sevindiğini göstermeli, çok sadaka vermeli ve davet edildiği ziyafetlere gitmelidir.”
Âlimlerin bir kısmı şöyle rivayet etmektedir:

Kadir gecesinin bin aydan daha faziletli olması, o gecede Kur’an-ı Kerim’in indirilmiş olması sebebi iledir. Kur’an-ı Kerim, Peygamber Efendimiz’e (Sallellâhü Aleyhi ve Sellem) indirilmiştir. Peygamber Efendimiz (Sallellâhü Aleyhi ve Sellem) gönderilmemiş olsaydı Kur’an-ı Kerim de indirilmemiş olacak ve Kadir Gecesi diye bir gece de olmayacaktı. Kur’an-ı Kerim’in o gece inmesine sebep olan zat dünyaya gelmeseydi Kadir Gecesi diye bir gece de olmayacaktı.

Cübbeli Ahmet Hoca - Mevlid-i Serif Sohbetleri

Cübbeli Ahmet Hoca | Mevlid Kandili | 14 Şubat 2011 | Mescid Sohbeti‎
 
 
Mevlid Kandili (25-02-2010)

KASİDE-İ BÜRDE ARAPÇA VE TÜRKÇE





Sapitanlar 7 - ABDULVEHHAB VE VEHHABİLİK






Arap krallarının, vesile ederek Osmanlı’ya düşmanlığa fırsat buldukları, diğer mezheplere mensup beldeleri işgal ettikleri, yağma ettikleri, insanlarını katlettikleri VEHHABİLİĞİN temel inançları konusunda bilgi edineceğiz. Abdülvehhab’ı ve inanç sistemini okuduktan sonra BİR İNGİLİZ CASUSUSN İTİRAFLARINI okuyarak, bu mezhebin İngilizler tarafından nasıl kurulduğunu ve yayıldığını anlayabilirsiniz.

MUHAMMED B. ABDÜLVEHHAB

İbn-i Teymiyye’in görüşlerini genişletip geliştirerek O’nun tenkid ettiği bazı fiilleri küfrü mucib hatta şirk addetmiş olan (İzmirli İsmail Hakkı – Yeni İlm-i Kelam eserinden) Abdulvehhab, 1703 tarihinde Necid bölgesinde küçük bir kasaba olan Uyeyne köyünde doğmuştur. (Eyüp Sabri – Tarih Vehhabiyan eserinde)
Ailesi Hanbeli fıkhı üzerinde pek çok alim yetiştirmiş ola Beni Temim kabilesine mensuptur. Babasının adı Muhammed olduğundan Muhammed bin Abdulvehhab diye anılır. İbni Teymiyye’nin görüşlerini kendi adıyla “Vehhabilik” suretinde anılmasına sebep olacak bir şekilde siyaset arenasına intikal ettirerek geliştirmiş olan Abdulvehhab, ilk dini bilgileri Uyeyne kadısı olan babasından almıştır. Daha sonra Mekke ve Medine’de de muhtelif hocalardan ders almış bulunan Abdülvehhab, Eyüp Sabri Bey (Paşa)’ya göre O, daha tahsilinin başlangıcında bilahare izhar edeceği zemin buluncaya kadar ketum davranmıştır. (Eyüp Sabri a.g.e 33)

Bu fırsatı tahsilini ikmal ettikten sonra gittiği Basra’da bulmuş, fakat gördüğü aksülamel üzerine buradan uzaklaştırılmıştır. Tekrar Necid’de babasının vazifeli bulunduğu Hureymila’ya döndü. O’nun ölümü üzerine bazı dini tavırları şirk olarak vasıflandırmaya başlamış bundan dolayı ölümle tehdid edilmesi üzerine doğum yeri olan Uyeyne’ye dönmüştür. Burada da aynı sapık fikirleri yaymaya başlamış hatta Müyselemetü’l Kezzab adıyla bilinen ve Hazreti Ebubekir’in hilafet devrinde peygamberlik iddiasıyla ortaya çıkmış bulunan sapıkla yapılmış olan muharabelerde vefat etmiş olan sahabelerin kabirlerini yıktırması üzerine halkın büyük ölçüde aksülameliyle karşılaşmış ve bu sebeple 1745 tarihinde Suud ailesinin hâkimiyetindeki Dir’iyye bölgesine gidip yerleşmiştir. Bu hareket O’nun hayatında büyük bir dönüm noktası teşkil etmiştir. Zira sapık fikirleri için Suud ailesinden büyük bir desteğe mazhar olmuştur.

Bugünkü Suudi Arabistan Devleti’ni kuran Muhammed Bin Suud ile akrabalık tesis eden Abdülvehhab, onların sağladığı siyasi destekle büyük ölçüde fikirlerini yaymak fırsatı bulabilmiştir. Zira Suudlar, artık inkıraz alameti başlamış olan Osmanlı Devleti’nden ayrılarak müstakil olmak hususunda bir fikre meyletmiş bulunuyorlardı. Böyle bir zamanda Abdülvehhab’ın fikirleri Osmanlı’ya isyan için mükemmel bir kılıf olabilirdi. Zira bu fikirleri kabullenmek Osmanlı Devleti ve O’nun memurlarının “müşrik” addedilmesine müncer olacak ve bu da onlara itaatten vazgeçerek isyan için haklı bir sebep teşkil edecekti.

TASAVVUF DÜŞMANLIĞI

Erba´in-i İdrisiyye 4. İsm-i Şerif



Müslüman Gençlere - Mehmet Sevket Eygi




Bu yazım itikadı sağlam, musalli, temiz ahlaklı ve yüksek karakterli Müslüman gençleredir.

Selamün aleyküm...

1. Nasihat: Müslüman olmak size yeter, İslamcı olmayınız.

2. İslam dinine uymayacak şekilde Türkçülük, Kürtçülük, Çerkezcilik vs yapmayınız. Türk olunuz, Kürt olunuz, Çerkez olunuz ama ...çü, ...çi olmayınız. Modern İbn Sebe'lerin, Moiz Kohen Tekin Alp'lerin tuzaklarına düşmeyiniz.

3. Gerçek Müslümanlık yüksek ahlak ve karakter ile olur. Ahlakınızı düzeltmek, karakter terbiyesi almak için kendinize kâmil mürşidler bulunuz ve onlar tarafından yetiştiriliniz.

4. Mükemmel ve mükemmil (olgun ve olgunlaştıran) olmayan bir zatı kendinize mürşid edinirseniz yanarsınız. Bu konuda çok dikkatli olunuz. Görebiliyorsanız istihare yapınız.

5. Bin yıllık millî ve islamî yazımızı okumayı ve yazmayı öğreniniz.

REBÎ'UL-EVVEL AYININ NAMAZLARI



Arifan dergisi
 

Peygamberimizin Yüce Ahlaki - Vefası




ANNE HAKKI

Bir arkadaşı O'na (asm) annesini şikâyet eder.
"Huyu ve ahlakı kötü." der. O (asm) cevap verir.
"Ama seni dokuz ay karnında taşırken kötü huylu değildi." Arkadaşı tatmin olmamıştır.
"Ey Allah’ın Elçisi! Gerçekten kötü huylu."
"Ama seni iki sene emzirirken kötü huylu değildi." Adam yine de ısrar eder. O (asm) da devam eder:
"Senin yüzünden uykusuz kalırken kötü huylu değildi." Arkadaşı dayanamaz.
"Ama ben de karşılığını ödedim."
“Ne yaptın?”
“Sırtımda taşıyarak hac yaptırdım.” Hz. Muhammed (asv)'in dudaklarında acı bir tebessüm belirir.
“Bir tek doğum sancısının bile karşılığını ödemiş olmadın.”[1]

EBUBEKİR BENİ DOĞRULADI

Hz. Ebubekir (ra) ve Hz. Ömer (ra) tartışırlar. Hz. Ebubekir (ra)'in üzgün olduğunu görünce müdahale eder, arkadaşlarını karşısına toplar ve:
“Allah beni size peygamber olarak gönderdi. Siz bana yalancı dediniz, Ebubekir doğruladı. Siz bana düşmanlık ettiniz, o canıyla, malıyla siper oldu. O günler hatırına arkadaşıma bundan sonra kimse ilişmesin.” der.
O günden sonra herkes Hz. Ebubekir (ra)’i kırmamaya özen gösterir.[2]

ÖNCE SÜRÜYÜ SAHİBİNE

Hayber'de Yahudilerle savaşılmaktadır. O bölgede ücretle çobanlık yapan bir zenci Müsluman olmaya karar verir. Hz. Muhammed (asv)'in yanına gelir ve isteğini söyler. Fakat Hz. Muhammed (asv) hemen kabul etmez.
"İlk önce sürüyü sahibine teslim etmen gerekir. Müslüman olman ve bizimle beraber savaşa katılmak istemen, üzerindeki emanetin sorumluluğunu ortadan kaldırmaz." der.
Çoban kendine söyleneni yapar. Önce sürüyü tastamam sahibine iade eder, sonra yeni girdiği dinin gereğine koşar.[3]

HATİCE'NİN ARKADAŞI

Cuma Günü Okunacak Dualar


Resûl-i Ekrem (sallallahu aleyhi ve sellem) Efendimiz Hazretleri buyurmuşlardır ki:

"Cuma gününde bir saat vardır. Allah'ın kullarından bir müslim namazda ve kıyamda iken Allah Teâlâ'dan niyâz ile bir şey isteyip duâsı o saate tesadüf ederse Allah Teâlâ Hazretleri o kimsenin dileğini verir."
Böyle buyurduktan sonra mübarek küçük parmağının ucuna işaret buyurdu. (11)

Cuma gününün içindeki saat, küçük parmağına nisbetle parmağın ufak ucu ne kadar ise, güne nisbetle o kadar az bir müddetdir ki o saat içinde her halde duâ müstecâb olur demektir.
Nebiyy-i Ekrem (sallallahu aleyhi ve sellem) Hazretleri:




'Cum'a günü, ibâdet ve ezkâr ile mü'minlerin kalbi mesrûr olacak bir bayram günüdür' (12) buyurmuşlardır.

"Size bir sûre haber vereyim mi ki, azameti semâ ile arz arasını doldurmuş, onu yetmişbin melek teşyî' etmiştir. O sûre Kehf süresidir. Kim cum'a günü bu sûreyi okursa Allah onu öteki cum'aya kadar bu sûre ile mağfiret eder, sonunda üç gün de ziyâdesi vardır. Ve semâya ulaşan bir nûr verilir ve Deccal'in fitnesinden muhafaza edilir. Yatacağı vakit bu sûrenin sonundan beş âyet okuyan hıfz olunur ve gecenin istediği vaktinde kaldırılır." (13)

"Ey Rabbim! Perşembe günü ümmetimin erkenden yaptığı işleri bereketli kıl." (14)

Hadîsin şerhinde deniliyor ki, bugünün evvelinde bir ihtiyacını tedarik etmek, nikâh akdetmek ve bunun gibi mühim işler sünnettir.

"Cum'a gününde; Yani perşembeyi cumaya bağlayan gece iki rek'at namaz kılıp Fâtiha'dan sonra onbir defa Zilzâl Sûresini okuyan kimseyi Allah Teâlâ kabir azâbından ve kıyâmet korkularından emin kılar. " (15)

"Şu duâ ile cum'a günü herhangi bir saatte dua edilirse sâhibine muhakkak icâbet olunur." (16)




(la ilahe illa ente ya hannanü ya mennanü ya bediassemavati velardi ya zelcelali vel ikram)

"Cum'a gününde bir saat vardır, mü'min bir kul namazda duâ ederken Allah 'dan bir şey ister ve o saate denk gelirse Allah muhakkak ona icâbet eder. Ashab-ı kirâm: 'Bu saat hangi saatdir yâ Resûlellah" dediklerinde: "İkindi namazı ile güneş batması arasındaki vakittir." buyurdular.

"Cum'a namazından sonra daha oturduğu yerden kalkmadan





sübhanallahi ve bi hamdihi sübhanallahil azim ve bi hamdihi estağfirullah
diyen kimsenin yüzbin günâhını, ana ve babasının da yirmidörtbin günâhını Allah mağfiret eder." (17)

(11) bk. el-Ezkâr, 80; Buharî, Deavât, 61.
(12) el-Câmi'u's-Sağîr.
(13) bk. Tuhfetü'z-zâkirîn, 269
(14) Tirmizî, Ticâret, 41.
(15) Râmûzü'l-ehâdîs, 427 (Deylemî'den)
(16) el-Cami'u's-Sağîr.
(17) Buharî, Deavât, 61.

Mezhepler bidat midir? Peygamberimizin neden mezhebi yoktu!



Mezhep sözlük anlamı olarak” gitmek, izlemek, gidilen yol” demektir. Terim anlamı olarak ise, dinin aslî (inanç) veya fer’î (ibadet-muamelat) hükümlerinin dayandığı delilleri bulmakta ve bunlardan hüküm çıkarıp yorumlamakta otorite sayılan âlimlerin (müctehid) ortaya koyduğu görüşlerin tamamı veya belirledikleri sistem manasına gelmektedir.

Cübbeli Ahmet Hoca - Mezhepler



Mezheplerin, Hz.Peygamber (S.A.V.) Efendimiz döneminde olmaması gayet doğaldır

Efendimiz (S.A.V.) hayatta iken sahabeler arasında herhangi bir ihtilaf yoktu. Dinin usul ve füruunda sahabelerden bazısının anlamadığı bir mesele çıkarsa, Hz. Peygamber (S.A.V.)’e sorar, O da açıklardı.

Fakat Efendimiz (S.A.V.)’in vefatından ve bilhassa Hz.Ebubekir ve Hz. Ömer dönemlerinden sonra çıkan ihtilaf ve fitnelerle birlikte ilk siyasi ve bidat mezhepler ortaya çıkmıştır. Bu siyasi mezhepler dini kisveye bürünmüşlerdi.

Şunu belirtelim ki akaidde ihtilaf zararlıdır. Akaidde ihtilaf, bid’at ve sapıklığa götürür. Sapıklık da büyüdüğü zaman küfre kadar iletir. Akaidde ihtilaf, İslam ümmetinin birliğini bozar, dinde tefrika doğurur. Bu sebeple, sahabe ve bunlara güzellikle tabi olan selef âlimleri akaidde ihtilafı haram saymışlar ve buna asla cevaz vermemişlerdir. Çünkü ümmetin birlik ve dayanışmasını aynı iman esasları etrafında ittifak etmek sağlar. Kamil imanın müminleri birbirleriyle birleştirdiği kadar başka hiç bir şey birleştiremez.

SAFER (SEFER) AYININ SON CARSAMBASI YAPILMASI GEREKENLER


Sapitanlar 6 - REŞİD RIZA



Tarihçi Kadir Mısıroğlu, 3 ciltlik GEÇMİŞTEN GÜNÜMÜZE TAHRİF HAREKETLERİ adlı eserinde İslam tarihinin reformistlerini ve başlattıkları hareketleri ve onlara verilen cevapları delilleri ile gözler önüne seriyor. Reddiyeler kısmında başladığımız “sapıkları tanıyalım” konusuna bu eserlerden devam edeceğiz. Şimdi okuyacağınız bilgiler tümüyle bu kitaptan alıntıdır.

REŞİD RIZA (1865 – 1935)

Efgani ile başlayan yenilikçi veya reformist üçlüsünün sonuncusu olan Reşid Rıza, şimdi Lübnan sınırları içinde bulunan Trablusşam yakınlarında doğmuştur. Irak asıllı olup, Hazreti Hüseyin’in soyundan geldiği iddia edilen köklü bir aileye mensuptur. Bu sebeple Reşid Rıza el-Hüseyni olarak bilinir. Efgani’yi görmemi fakat O’nun yetiştirmesi Abduh ile yakın temas sonucu, mezhep düşmanı bir reformist olmuştur. Önce Hüseyin elCisr’den ders almış ve İmam-ı Gazali’nin “İhyau Ulumiddin” adlı eserinin tesiriyle düzgün bir ilim adamı olma yolunda ilerlerken Efgani ve Abduh’un birlikte çıkardıkları “Urvetü’l Vüska” adlı dergi ile karşılaştığında, kendi tabiri ile “elektrik çarpması gibi bir tesirle” onların fikri mesleğine intisap etti. Abduh’un Beyrut’taki derslerine devam etti ve sonra O’nunla 1888 yılında Mısır’a döndü.

Burada Abduh’un da tasvip ve tensibiyle “el-menar” adıyla dergi çıkarmaya başladı ki, bunu, ölümüne kadar devam ettirmiştir. Bir taraftan dergicilik ve telifle meşgul olurken, diğer taraftan da Hindistan’a, Batı ülkelerine ve hatta Türkiye’ye seyahatler yaptı. İlmi cemiyetler kurdu ve böyle cemiyetlerin reisliklerinde bulundu. Yaşadığı devrenin bütün siyasi hadisleri hakkında dergisinde değerlendirmeler yapan Reşid Rıza, 1908’de meşruiyetin ilanı üzerine İttihatçıları tutmuşsa da onların Türklüğe yönelmeleri karşısında bundan vazgeçmiş, Arap milliyetçiliğine yönelmiştir. Şerif Hüseyin ile Suudiler arasındaki ihtilafta Vehhabiliğe meyyal görüşleri sebebiyle Suudileri, fakat daha sonra ondan da vazgeçmiştir.
….
Reşid Rıza’nın çeşitli dini ve siyasi fikir ve iddiaları arasında en dikkat çekicisi, O’nun mezheplere ilan-ı harp etmesidir. Bu maksatla yazdığı “Muhaveretü’ş-muslih ve’l-mukallid fi mes’eleti’l-ictihad ve’t-taklid” isimli eser, değerli alim Ahmed Hamdi Akseki tarafından 1914 yılında “Mezhebin telfiki ve İslam’ın Bir Noktaya Cem’i” adıyla Türkçeye tercüme edilmiş, önce Sebilürreşad Dergisi’nde tefrika edilmiş, sonra da kitap halinde basılmıştır.

HAYRETTİN KARAMAN YİNE DEVREDE

Erba´in-i İdrisiyye 3. İsm-i Şerif



Peygamberimizin Yüce Ahlaki - Şefkati,

FAKİR HIRSIZ 

Medine'de kıtlık yaşanmaktadır. Aç bir Müslüman bir bahçeye girerek ağaçlardan hurma toplar ve yer. Fakat bahçe sahibi tarafından yakalanır. Dövülür ve yediği hurmalara karşılık olarak elbiselerine el konulur. Sonra da fakir hırsız, yanında kendini döven ve soyan bahçe sahibi olduğu halde Hz. Muhammed (asv)'in yanına gelir. Fakir hırsız gördüğü davranıştan ötürü bahçe sahibini şikâyet eder. Hz. Muhammed (asv) her ikisini de dikkatle dinledikten sonra bahçe sahibine döner:
"O cahildi, sen ona öğretmeliydin; o açtı, sen onu doyurmalıydın."
Bahçe sahibi önce fakir hırsızın elbiselerini iade eder, sonra da ona attığı dayağa bedel olarak kendi ambarından yüz seksen kilo buğday verir. [1]

DÜŞMANA YARDIM

Mekke'nin tahıl ihtiyacının bütününü karşılayan Hamame isimli bir kabile reisi Müslüman olur. Ve Mekke'ye tahıl satışını durdurur. Aniden açlık tehlikesiyle yüz yüze kalan Mekke'li putperestler önce Hamame'ye başvururlar. Fakat sonuç olumsuzdur. Bunun üzerine, son çare olarak Hz. Muhammed (asv)'e bir elçi heyeti gönderirler.
"Eğer senden de bir çare bulamazsak, hepimiz açlıktan kırılırız." derler.
O, Mekkelilerin üç yıl boyunca kendiyle beraber bütün Müslümanlara bir tek buğday tanesi bile vermediklerini hatırına getirmez. Müslüman arkadaşlarıyla beraber kendisine sadece "Rabbim Allah'tır." dedikleri için, vatanlarında hayat hakkı tanımayıp, göç etmek zorunda bıraktıklarını düşünmez. Kendisini defalarca öldürmeye kastettiklerini dikkate almaz. Defalarca ordu düzüp Medine'ye yürüdüklerini unutur. Unutur ve Hamame'ye emreder, Mekke yeniden tahılına kavuşur.[2]

CANINA AZAP ETMESİN

Yaşlı birinin develeri üzerindeki iki oğlunun arasında yaya olarak Kâbe’ye gittiğini görür. Sebebini sorar. Öğrenir ki bu yaşlı adamın bir adağıdır. Fakat güçlükle yol alabilmektedir. Kendisine haber gönderir.

"Allah bu kişinin kendi canına azab etmesine muhtaç değildir. Söyleyin ona bir deveye binsin."[3] 

TAİF AÇ KALINCA

Mahmud Efendi Hazretlerinin Ödül Merasimine Katilan Alimlerin Listesi


Hz. Mehdi (Aleyhi’r-Rıdvan)´ ın Zuhuru


 
-Abdullah (Radnjallahu Anh)dan rivayet edilen bir hadis-i şerifte Resulullah(Sallallahu Aleyhi ve Sellem) şöyle buyurmuştur: “Dünyadan ancak bir gün kalsabile, elbette Allah o günü uzatacak ve neticede benim Ehl-i Beyt imden; adıadıma, babasının adı babamın adına uyan bir kişi gönderecektir ki o, yeryüzüzulüm ve haksızlıkla doldurulduğu gibi, onu adalet ve doğrulukladolduracaktır.” (Ebu Davud, Mehdi:1 , No:4282, 2/508-509, Ahmed ibni Hanbel,el-Müsned, No:773, 2/223, Tirmizi Fiten 52, No2230, 4/505, Taberani el-Mu ‘cemu‘l-Kebir, No:1 0208, 10213-10230, 10/131-137, Ebu Nu ‘aym, Hılyetü ‘l-Evliya,No:291 , 5/75, lbni Ebi ,Seybe, el-Musannef, No.37636, 37637, 7/513)

- Ummü Seleme (Radıyallahu Anha)dan rivayet edilen bir hadis-i şerifteResulullah (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) şöyle buyurmuştur: “Mehdi, benim Ehl-iBeyt’imdendir, Fatıma evladımdandır!” (Ebu Davud, Mehdi, No:4284, 2/509, lbniMace, Fiten:34, No:4086, 2/1368, Hakim, el-Müstedrek, Fil en:3 79-3 80, No:8671-72,4/600)

Münavi (Rahimehullah)ın beyanı vechile; “Abbasoğullarındandır”şeklinde gelendiğer bazı rivayetler, bununla çelişmez. Zira Fatıma evladından gelecekse de,Abbasoğullarının bir batınıyla bir noktada birleşip, ondan bir şube olmasımümkündür. (Feyzu ‘l-Kadir, No:9247, 9242, 6/360-361)

-Ebu Said el-Hudri (Radıyallahu Anh)dan rivayet edilen bir hadis-i şerifteResulullah (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) şöyle buyurmuştur: “Mehdi ben(imneslim)dendir. Alnı (başının ön kısmı) açıktır (saçsızdır veya alnı geniştir).Burnu ince ve uzun olup, ortası hafif çıkıntılıdır.
0, zulüm ve haksızlıkla doldurulmuş olan yeryüzünü adaletle dolduracaktır veyedi sene hükümranlık sürecektir.” (Ebu Davud, Mehdi:1, No:4285, 2/509- 510,Hakim, el-Müstedrek, Fiten:378, No:8670, 4/600, Nu ‘aym ibni Hammad, Kitabü‘l-Fiten, No:1063, 1/364)

Münavi (Rahimehullah)ın beyanına göre; bir rivayette sekiz, başka birrivayette, dokuz sene malik olacaktır.

-Ali ibni Ebi Talib (Radıyallahu Anh)dan rivayet edilen bir eserde o şöylebuyurmuştur:

“Mehdi’nin doğumu Medine’de olacaktır. Resulullah (Sallallahu Aleyhi veSellem)in Ehl-i Beyt’indendir. Resulullah (Sallalahu Aleyhi ve Sellem), onunhakkında şöyle buyurmuştur): ‘Adı benim adım, babasının adı babamın adıdır’.Hicret yeri Beyt-i Mukaddes’dir. Sık sakallıdır, gözleri sürmelidir, parlakdişlidir, yüzünde bir ben vardır.

Alnı açıktır, bunu ince ve uzun olup, ortası hafif çıkıntılıdır. OmuzundaResulullah (Sallallahu Aleyhi ve Sellem)in alameti vardır. Resulullah(Sallallahu Aleyhive Sellem)in, tüylü yünden mamul, siyah ve dört köşelisancağıyla çıkacaktır. 0 sancakta bir köşe vardır ki, Resulullah SallallahuAleyhi ve Sellem)in vefatından beri neşredilmemiş ve Mehdi çıkıncaya kadar daaçılmayacaktır.

Allah-u Teala ona, üçbin melekle yardım edecektir ki onlar, kendilerine karşıgelenlerin yüzlerine ve arkalarına vuracaklardır. Allah onu, otuzla kırk arasıbir yaşta gönderecektir.” (Nu’aym ibni Hammad, Kitabü’l-Fiten, No:1073, 1/366,Münavi, Feyzu’l-Kadir, No:9244, 6/362, Azimabadi, Avnü’l-ma’büd, No:4265,11/375, Suyuti , el-Havi li’l-fetava:2/147)

- Resulullah (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) in ailesi Ümmü Seleme (RadıyallahuAnha)dan rivayet edilen bir hadis-i şerifte Resulullah (Sallallahu Aleyhi veSellem) şöyle buyurmuştur: “Bir halifenin ölümü sırasında kargaşa vuku bulacak,Medine ehlinden biri (olan Mehdi; emirlik makamını almak istemediğinden yahutmeydana gelen fitneden korktuğu için) Mekke’ye kaçacak (çünkü orası, kendisinesığınanların güvende oldukları yerdir).


Esma'ul Hüsna 41. İsm-i Şerif

 
 

MEKKE'NİN FETHİ



Peygamberimizin Mekke-i Mükerreme'yi fethi (630)
Mekkenin Fethi Nasıl oldu.
Mekke Fethi hazırlıkları
Mekke fethi detaylı anlatım
اِنَّ الَّذ۪ي فَرَضَ عَلَيْكَ الْقُرْاٰنَ لَرَآدُّكَ اِلٰى مَعَادٍۜ قُلْ رَبّ۪يٓ اَعْلَمُ مَنْ جَآءَ بِالْهُدٰى وَمَنْ هُوَ ف۪ي ضَلَالٍ مُب۪ينٍ ﴿﴾
“Kur’an’ı(n tilavetini, tebliğini ve gereğince davranmayı) sana farz kılan Allah, şüphesiz seni dönülecek bir yere (Mekke’ye) döndürecektir. De ki, “Rabbim hidayetle geleni ve apaçık bir sapıklık içinde olanı daha iyi bilir.”
(el-Kasas, 28/85)
 
اِنَّا فَتَحْنَا لَكَ فَتْحًا مُب۪ينًاۙ ﴿﴾ لِيَغْفِرَ لَكَ اللّٰهُ مَا تَقَدَّمَ مِنْ ذَنْبِكَ وَمَا تَاَخَّرَ وَيُتِمَّ نِعْمَتَهُ عَلَيْكَ وَيَهْدِيَكَ صِرَاطًا مُسْتَق۪يمًاۙ ﴿﴾ وَيَنْصُرَكَ اللّٰهُ نَصْرًا عَز۪يزًا

"Biz, muhakkak sana, apaşikâr bir fetih yolu açtık. (Bu), geçmiş ve gelecek günahını, Allah'ın bağışlaması, senin üzerindeki nimetini tamamlaması, böylece seni doğru yola iletmesi içindir. Ve Allah'ın, sana çok şerefli bir muzafferiyetle yardım etmesi içindir"
(Fetih, 48/1-3)
Mekke:
Yeryüzünde tevhidin timsâli ilk mâbed olan Kâbe'nin bulunduğu şehir. O Kâbe ki, "Çok mübarek ve âlemlere hidâyet olan Beyt'tir." Mübârekiyeti ve hidayete vesile oluşu Tevhid-i İlâhî'nin mücessem bir delili olmasından ileri gelmektedir. İlk banisi, ilk insan ve ilk peygamber Hz. Âdem (s.a.v.)’dir. Zamanla kaybolan ancak temelleri baki kalan Kâbe’yi daha sonra Hz. İbrahim, oğlu Hz. İsmail yeniden inşa etmişlerdir.
Yeryüzünün bu en şerefli ve en faziletli binası, tevhid inancından uzak yaşayan, hattâ bu inancı var güçleriyle ortadan kaldırmaya, müntesiplerini yok etmeye çalışan Kureyş müşriklerinin eline geçmişti. Ne yazık ki onlar tevhidin sembolü olan Kâbe-i Muazzama’nın içi ve etrafını putlarla doldurmuşlardı. Müşrikler, burada her türlü rezaleti irtikap ediyorlardı.

Gayretullah'a dokunan, Hz. Âdem (s.a.v.) ile Hz. İbrahim'in ruhaniyetlerini rencide eden ve bütün Müslümanların kalb ve vicdanlarını derinden sızlatan bu durumun bir an evvel ortadan kaldırılması gerekiyordu. Bu mübarek mabedin ve Mekke'nin bir an evvel müşriklerden temizlenmesi gerekiyordu. Hz. Fahr-i Âlem Efendimiz, bunu düşünüyor, bu maksadının tahakkuku için bir yol arıyordu. Ancak imkânlar buna elvermemişti; çünkü Müslümanlar henüz az ve zaîf bir durumda bulunuyorlardı. Peygamber Efendimiz, bu gayesinin tahakkuku için Cenâb-ı Hakk'ın müsait şartlar ihsan etmesini sabırla bekliyordu.


Nihayet, Hicret'in 8. yılında İslâm olanca haşmetiyle etrafa yayılmıştı. Bir taraftan İslâm'ın en amansız düşmanlarından biri olan Hayber ve civar Yahudileri tabiiyet altına alınmış, bir taraftan en büyük bir fetih ve zafer olan Hudeybiye Anlaşması yapılmış ve yine bir başka taraftan o zamanın koskocaman Bizans İmparatorluğuna Mûte Harbi’yle gözdağı verilmişti. Bütün bunlar, İslâm'ın ve Müslümanların, önüne geçilmesi imkânsız, büyük bir kuvvet hâlini almış olduğunu ortaya k

Nurun Nübüvvet Duası


 
Nurun Nübüvvet Duası (Işığın Peygamberi Duası) büyük bir nimet olarak bilinir.Çeşitli amaçlar ve ilahi güç için okunur.

Kara büyü,büyücülük,büyü,şantaj,zehir,kötü rüya ve nedeni bilinmeyen garip hastalıkları önler.
Kıskançlık ,aldatma veya hıyaneti önlemek için de nurun nübüvvet duası okunur.

kalem suresi 51-52 neml suresi 16.ayet Buruç 15.ayet Yasin 70.ayet İsra 81.ayet ve saffat suresi 180. 181. ve 182.ayetlerinden oluşmaktadır.


Efendimiz ( s.a.v )sabah camide ibadet ederken bu duayı Cebrail a.s dan teslim almıştır.

Cebrail a.s Peygambere şöyle dedi: "Ben Nuru Nübüvvet duasını getirmek için Allah tarafından gönderildim."

Ayrıca tüm günahlar ( büyük günah şirk hariç) bu dua sayesinde Allah af eder.

Allah tarafından Cebrail aracılığı ile Peygamber Efendimiz (s.a.v ) e gönderilmiştir.
Bu dua Allah'ın hediyesidir.


Nübüvvet namazını da peygamberimiz s.a.v öğretmiştir.Bu hem zenginlik amaçlı hem de büyü,büyücü,sihir,nazar ve hastalık tedavisi için okunan büyük bir şifadır.
İmam Hasan ve İmam Hüseyin bu koruyucu duayı okumuşlardır.

Nurun Nübüvvet anlamı Işığın, kehanetin peygamberi demektir.

Nübüvvet Duası Arapça Okunuşu



Latince Okunuşu

1 9